Wednesday 19 November 2008

Kuran’ın eşsiz meydan okumasına yeni bir felsefi yaklaşım- Kuran Mucizesi

Kuran’ın edebi olarak bir mucize olduğu hususunda pek çok açıklama yapıldı. Kuran üzerine yapılan çalışmaların çokluğuyla beraber mevcut Kuran araştırmalarını kullanarak ve mucizelerin özlü bir tanımını yaparak Kuran’ın neden mucize olduğuna dair hülasa bir açıklama yapılmamıştır. Bu yeni mucize biçimlendirmesine bağlı kalarak kuranın mucizesini külliyen kapsayan daha inandırıcı bir argüman geliştirebiliriz.

Yazarı Kuran’ın Tanrı’dan bir vahiy olduğunu söylüyor ve akabinde şüphe edenleri yanlışlamaları için mücadeleye davet ediyor. Kuran insanlığı, Kuran metninin gerçekliğine denk, daha doğrusu en küçük metni kadarını bile yazmaya davet ediyor. Bunu başaramamak da bireyi Kuran’ın yazarlığının ilahi bir üretimin neticesi olduğu mücadelesine davet ediyor.

Eğer kulumuza parça parça indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız, haydi onun gibisinden bir sure meydana getirin... (Bakara 2:23 E. Hamdi Yazır Kuran Meali)

Yazarı insanlığı içindeki bir bölümünün aynısından yazma rekabetine davet ediyor, eğer yapılamazsa Kuran’ın insan değil insan üstü bir çabanın ürünü olduğunun anlaşılacağı ima ediliyor.

Eğer Kuran mucize ise, o zaman Kuran’ın alameti farikaları nelerdir. Arapça’da 28 harf ve sınırlı sayıda dilbilgisi kuralı vardır. Sayılı harfler ve dilbilgisi kuralları Arapça’da herhangibir ifadenin ya düz yazı ya da şiir türünde yer almasına izin vermektedir.

Bir ifade şekli olarak şiir ölçülü konuşma şeklini kullanır. Yani katı vez in örüntüleri uygular. Arapçadaki kafiye Al Bihar denilen Arapçada denizler anlamına gelen kafiye tevzilerinden dolayıdır. Arapça’da 16 farklı eşsiz vezin şekli olmakla bunlar; et-Tawîl, el-Bassit, el-Wafir, el-Kamil, er-Rajs, el-Khafif, el-Hazaj, el-Muttakarib, el-Munsarih, el-Muktatab, el-Muktadarak, el-Madid, el-Mujtath, er-Ramel, al-Khabab ve es-Saria’dır.
Herhangibir Arapça şiirin edebi analizi gösterecektir ki ölçüsü bu bölümlerden birine bağlı ya da denk düşmektedir [2].

Arapça düzyazı vezinsiz konuşma olarak adlandırılabilir, yani yukarıda bahsedildiği gibi ölçülü bir örüntüsü yoktur. Arapça düz yazının iki bölümü vardır; bunlar kafiyeli düz yazı ‘Sai’ ve kafiyesiz düz yazı ‘Al bihar’dır. Sai’nin kafiye özelliği düzensiz olarak uygulanarak onu al Bihar’dan ayırır [3]. Mursel ne kafiye ne de başka hiçbir bölüme girmeden düz olarak devam eden edebi şekil olarak tanımlanabilir, işlevi gündelik konuşmadır.

Son zamanlardaki çağdaş A
rapça çalışmaları Kurani ifade şeklini eşsiz bir edebi tür olarak tanımlamışlardır. Bazı bölümleri ‘al-Bihar’ olarak tanımlansa da bir bölümünün toplamı hiç bir bölüme girmemektedir.

Kristina Nelson şöyle diyor:

“Kuran’ın bazı satırları Klasik Arapça ölçüleriyle uyuşsa da bunlar Kuran’ın vezin örüntülerindeki ani ve ilerleleyici hece ölçüsü değişimleri ve satır uzunlukları ve düzenli ve düzensiz örüntüler arasındaki geçişler kadar Kuran hece ölçüsü özellikleri değildirler”[5].

Kuran’ın bunu nasıl başardığını anlamak için Kuran metnini ölçülü ve ölçüsüz konuşmanın bir karışımı ve bileşeni ve böylece ne Al Bihar’a ne de Mursal’a uymayan eşsiz bir edebi tür olarak görmek gerekir. Müslüman olmayan Arapça alimleri bu yegane edebş türü kabul etmiş ve Kuran edebi türünün özgün, ve bazı durumlarda da eşsiz olarak tanımlanması gereğini beyan etmişlerdir.

“En iyi Arap yazarlar bile Kuran’a eşdeğer bir eser üretememişlerdir” [6]

“M
ücadele Muhammed’in zamanında başlamıştı ve ne bu aynısını yazma çabalarından kalan örnekler ne de daha sonra aralarında sözde İslami metinlerin eşsiz güzelliğini taklit edeceklerini iddia eden önemli yazarların bulunduğu kalem erbabın ürettiği ham parodiler Kuran’ın eşsiz olma iddiasından su götürdü”. [7]

“İkna gücü açısından, belagat açısında ve oluşum açısından bile Kuran yaklaşılmazdır…”[8]

“Edebi açıdan Kuran en sade Arapça’nın örneği olarak görülmektedir…dilbilimcilerin bazı durumlarda kendi kurallarını Kuran’da kullanılan ifadelere ve deyimlere uyacak şekilde uyarladıkları söylenir ve ona benzer bir eser yapılmaya çalışıldığı düşünülür ancak mükemmel yazma söz konusu olduğunda hiç birisi başarılı olamamıştır”. [9]

“Bu nedenle Kuran’da onu diğer dini metinlerden ayıracak şekilde hiç bir sahtekarlık ya da dindar hileciliğe fırsat yoktur...Bu okuma yazmaz bilmez insanın bu dildeki en iyi eseri yazmış olabilmesi fazlasıyla gariptir”. [10]

Sadece kuran
ın edebi şekli eşsiz olarak sayılmamakta aynı zamanda yeganeliği eşsiz üslup tarzının bütünde verdiği haberin tutarlılığıyla birleşmesiyle onanmaktadır. Bazıları aynısını yazmaya mücadelenin hiçbir zaman başaralımayacağını çünkü öznel bir kıstasa bağlı olduğunu yazarın estetik takdire dayanan bir meydan okuma oluşturduğunu iddia etmektedirler. Bu bir sanatçının eserini daha nesnel güzel bir eserle kıyaslamasına benziyor. Neticede güzellik öznel olduğundan bu hiçbir zaman başarılamaz. Eğer Kuran böyle bir meydan okumada bulunsaydı eleştirenler hiçbir miktarda Arapçanın Kuranı reddetmeye yetmeyeceğinde haklı olurlardı. Kuran metninin derinliği ve güzelliği üzerine çalışmalar olmuş olsa da Kuran’ın yazarı güzelliğini taklite meydan okumuyor. Aslında ‘benzer bir bölüm getirin…’ derken daha önce bahsedildiği üzere meydan okuma dilin yapısı ya da edebi şekliyle alakalı. Bu da bu meydan okumayı nesnel yapar, çünkü nesnelliği düz yazı ve şiir türlerinin arasındaki farkta belirlenebilir.

Kurani ifade şekli Arapça dilindeki mevcut bölümlere girmiyor. Bu da eşsiz ifade şeklinin Arapça dilinin üretim sığasının dışında olduğunu gösteriyor. Kuran eşsiz bir edebi şekil ile işlemektedir ve sonuç olarak 1400 yıldır yeganeliğini ıspatlamıştır. Bu nedenle Kuran doğal olarak imkansız gibi görünse de Arapça dilinin sığası düşünüldüğünde Doğaüstü bir açıklamanın en makulu olduğuna inanacak kadar yeterli sebepler vardır.

Temel argümanı aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

1 Düz yazı ve şiir Arapça dilinin sığası içerisindedir

2 Kuran’ın edebi türü yeganedir ve Arapça’nın bilinen bölümlerine girmez

3 Bundan dolayı Arapça’nın üretim sığasının dışında yer almaktadır.

Bu önermelerin doğruluğu sonuç (4)ü gerektirmektedir.

Saturday 1 November 2008

Ross and Brand uproar, but what about religion ?



Most have you have by now heard about the latest BBC scandal, involving a prank call by two British comedians to the grandaughter of Faulty Towers veteran. I don’t know about you, but I’ve been taken back by the furor which has ensued after Jonathan Ross and Russell Brand’s distasteful prank on Brand's (now former) Radio 2 slot. Members of the British public were deeply offended describing the incident as ‘appalling’, the 11 day saga has resulted not only in a personal apology from Director-general of the BBC, Mark Thompson but Gordon Brown himself recently jumped to the front line, calling for action by the BBC. What followed was the resignation of Brand from his radio 2 show, Ross being suspended for 12-week without pay (losing £1.5 million!) and the resignation of the BBC controller Lesley Douglas, saying: "I believe it is right that I take responsibility for what has happened.”

I totally support those concerned members of our community and I’m comforted by the fact that there still is a degree of dignity and respect alive in viewers. My fear is that this reasonableness will be lost as the older generation passes away. As each generation passes this value of respect along with other values will disappear. I’m constantly put off evening viewing by comedians resorting to crudeness when they run out of fresh, innovative ideas, like the crassness that has become “little Britain “or “Ali G” (which I know longer can view due to its content) the latter series being cruder by far.

But then it struck me. Within the wider discourse of “Freedom of speech”, why is this not permissible? Is this not just a matter of opinion? Surely this s a prime moment to resurrect Rousseau’s quote. Recent discussions about reinstating blasphemy laws have been quashed and beset by the right of “Freedom of speech” championed by secular fundamentalists and the very idea was viewed as antithetical to British values. Douglas Murray from the insidious Centre for Social Cohesion commented on “The Big Question”, that “We have a duty to insult.” So, what’s the problem? On one hand, it is very surprising that this prank as received such a negative response. Surely these viewers are aware of the virtues of Freedom of Speech. However, it seems that they have leveraged on a reasonable objective value to complain to the BBC that transcends absolute freedom of speech. Intuitively Freedom of speech without responsibility turns out to be just gratuitous speech.

What I want to appeal to is the very same leveraging point that has defended Andrew Sachs against the slurs and insults thrown at him. I as a Muslim hold my religion no doubt as dear to me as much as Andrew Sachs holds his granddaughter. The constant free rein to denigrate and subvert religion, mine or any others, in our post Christian society deeply insults me and many members of the British public also, no doubt.

Recent examples which spring to mind are: A Jesus statue was portrayed engaged in a lewd act, Jerry Springer the Opera depicts him as a sexual deviant and insults are made towards Mary. The latest attack on religion is Prophet Mohammed’s life degraded by a book describing his relationship with his wife in “porn fashion”.

What the British religious community are asking for is the same responsible “Free speech” which has been demonstrated by the reaction to the Ross and Brand saga. Free speech should exist without gratuitous insults and denigration; respect for people should always exist. It took a couple of crude comedians to show that what we ask for is reasonable and not, as some would have you believe, alien to British values.


Adam Deen